Nefsi müdafaa, diğer adıyla meşru müdafaa, bir kişinin kendisine veya bir başkasına yönelik haksız bir saldırıyı etkisiz hale getirmek için yaptığı savunma eylemidir . Bu durum, insan doğasından kaynaklanan içgüdüsel bir hak olup doğal bir savunma refleksi olarak kabul edilir. Hiçbir hukuk düzeni, bireyin bu şekilde kendini koruma hakkının ihlal edilmesine izin vermez . Nitekim Türk hukukunda da 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) m.25 ile meşru savunma hâlinde işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır. Başka bir deyişle, gerekli koşullar oluştuğunda nefsi müdafaa, hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir.
İÇİNDEKİLER
- Türk Ceza Kanunu’nda Nefsi Müdafaa (TCK m.25)
- Nefsi Müdafaa Unsurları: Orantılılık İlkesi, Zamanında Müdahale ve Hukuki Sınırlar
- Yargıtay Kararları: Emsal Davalar ve Sonuçları
- Meşru Müdafaa ile Nefsi Müdafaa Arasındaki Farklar
- Uluslararası Hukukta Nefsi Müdafaa: AİHS ve Diğer Uluslararası Normlar
- Nefsi Müdafaa Durumunda Hukuki Süreç: Savunma Stratejileri, Avukat Desteği ve Mahkemeye Başvuru Süreci
- Sıkça Sorulan Sorular (SSS) – Nefsi Müdafaa Hakkı
- Nefsi müdafaa ne demektir?
- Meşru müdafaa halinde (nefsi müdafaa durumunda) cezai sorumluluk olur mu? Yani böyle bir durumda ceza alır mıyım?
- Nefsi müdafaa sayılması hangi şartlara bağlıdır?
- Saldırıdan kaçma imkânım varken yine de nefsi müdafaa uygulayabilir miyim?
- Meşru müdafaa hakkımı kullanırken sınırı aşarsam ne olur?
- Kişinin malını korumak için kuvvet kullanması meşru müdafaa kapsamında mıdır?
- Saldırı şartları oluşmadığı halde ‘kendimi savundum’ dersem ne olur?
- Meşru müdafaa ile haksız tahrik arasındaki fark nedir?
Türk Ceza Kanunu’nda Nefsi Müdafaa (TCK m.25)
TCK m.25/1 uyarınca meşru savunma, ceza sorumluluğunu kaldıran bir hukuka uygunluk sebebidir. Kanun, meşru müdafaayı şu şekilde tanımlar: “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” . Bu hükme göre meşru müdafaa şartları gerçekleştiğinde failin işlediği fiil hukuk düzenince meşru sayılır ve ceza yaptırımı uygulanmaz.
Kanun, meşru savunmanın kapsamını oldukça geniş tutmuştur: Saldırının kendimize ait veya bir başkasına ait herhangi bir hakka yönelmiş olması yeterlidir . Yani yalnız cana veya vücut bütünlüğüne değil, mülkiyet gibi her tür hakkımıza yönelik saldırılar da meşru savunma kapsamında değerlendirilebilir. Bu geniş yaklaşım, 765 sayılı eski Ceza Kanunu’ndan farklı olarak korunacak haklar yönünden bir sınırlama içermemektedir. Hatta bu durum, yalnızca hayata yönelik saldırılarda öldürücü kuvvet kullanımını meşru gören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m.2/2 ile karşılaştırıldığında tartışmalara konu olmuştur .
Öte yandan, TCK m.25’in ikinci fıkrasında düzenlenen zorunluluk hâli (ıztırar hali) meşru savunmadan farklı bir hukuki dayanak olup burada ortada bir saldırı değil, bilerek sebep olunmamış ağır ve muhakkak bir tehlike söz konusudur. Zorunluluk hâlinde de benzer şekilde fail, içinde bulunduğu durum nedeniyle hareketinin hukuka aykırılığı kaldırıldığı için ceza almaz.
Nefsi Müdafaa Unsurları: Orantılılık İlkesi, Zamanında Müdahale ve Hukuki Sınırlar
Meşru müdafaanın kanunen kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin belli şartların bir arada gerçekleşmesi gerekir . Bu unsurlar kısaca şöyle sıralanabilir:
- Haksız Bir Saldırı: Öncelikle ortada, hukuken korunmayan ve haksız nitelikte bir saldırı bulunmalıdır. Saldırının suç teşkil etmesi şart değildir, hukuka aykırı olması yeterlidir . Örneğin akıl hastası birinin gerçekleştirdiği saldırı da hukuka aykırı kabul edilir. Saldırıyı başlatan taraf kesinlikle savunmada bulunan kişi olmamalıdır (provokatif davranışlarla kasti olarak saldırıyı kışkırtan kimse meşru müdafaaya başvuramaz).
- Korunabilir Bir Hak: Saldırı, korunmaya değer bir hakka yönelmiş olmalıdır. Bu hak, kişinin kendisine ait olabileceği gibi bir başkasına ait bir menfaat de olabilir . Örneğin yolda haksız yere darp edilen birini gören kişi, o şahsı kurtarmak için saldırgana karşı güç kullanarak başkası lehine meşru müdafaa hakkını kullanabilir . Kanun herhangi bir hak bakımından sınırlama getirmediğinden, malvarlığına yönelik saldırılar da buna dahildir. Ancak saldırının kişiye veya malına karşı bir tecavüz niteliğinde olması gerekir; örneğin bir kimsenin evcil hayvanına veya eşyasına zarar veren fiillere karşı yapılan savunma, doktrindeki bazı görüşlere göre meşru müdafaa kapsamında değerlendirilmeyebilir (bu durumda farklı hukuki yollar veya zorunluluk hali düşünülebilir).
- Saldırı Devam Ederken Savunma: Savunma fiili, saldırı ile eşzamanlı olmalıdır. Saldırı sürerken veya henüz bitmemişken yapılmalıdır . Henüz başlamamış ancak başlaması kesin görünen (muhakkak) bir saldırıya karşı da önleyici savunma mümkündür; bu durumda saldırı başlamış sayılır. Buna karşılık, saldırı sona erdikten sonra failin saldırgana karşı yaptığı eylemler artık nefsi müdafaa sayılmaz. Saldırı ortadan kalktıktan sonra gerçekleştirilen fiiller, kanunen öç alma veya saldırgana ceza verme niteliğinde görülür ve meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemez . Yargıtay, saldırı bittikten sonraki eylemlerin ancak haksız tahrik indirimi kapsamında ele alınabileceğine hükmetmektedir . Örneğin, dükkânına silahla gelen hırsızı kovduktan sonra peşine düşüp vuran bir kuyumcunun ikinci eylemi, artık meşru müdafaa değil, intikam olarak değerlendirilebilir.
- Savunmanın Zorunluluğu: Savunma, içinde bulunulan hal ve şartlara göre kaçınılmaz bir tepki olmalıdır. Yani saldırıyı bertaraf etmek için savunmadan başka makul bir çare olmamalıdır. Ancak burada önemli bir nokta; hukuk sistemimiz saldırıya uğrayan kişiye kaçma yükümlülüğü yüklememiştir . Saldırı altındaki kimse, kaçma imkânı olsa bile kaçmak zorunda değildir – direnip kendini savunabilir . Yargıtay Ceza Genel Kurulu da “hiçbir halde sanığa kaçma mükellefiyeti yüklenemeyeceğini” vurgulamıştır . Elbette savunmanın zorunluluğu, saldırının ağırlığı ve o anki koşullarla değerlendirilir; saldırı basit bir şekilde de atlatılabilecekse, savunmanın şiddeti buna göre sınırlandırılmalıdır.
- Savunmanın Saldırgana Yönelik Olması: Meşru savunma, saldırıyı gerçekleştiren faile karşı yapılmalıdır . Savunma amacıyla da olsa saldırıyla ilgisi olmayan üçüncü kişilere yönelen zararlar bu kapsamda değerlendirilemez. Örneğin saldırganın arkasında duran birini hedef almak veya saldırgan yerine onun malına zarar vermek meşru müdafaa sayılmaz.
- Orantılılık İlkesi: Orantılılık, nefsi müdafaanın en önemli unsurlarındandır. Savunma, saldırıyı defedecek ölçüde olmalıdır . Yani kullanılan araç ve güç miktarı, saldırının niteliği ve ağırlığıyla uyumlu olmalıdır. Savunma, saldırıyı etkisiz hale getirecek kadar olmakla yetinmeli; saldırıyı bertaraf etmek için gereksiz yere aşırı bir şiddet kullanılmamalıdır . Orantılılık şartı, tarafların kullandığı araçların birebir aynı olması anlamına gelmez. Örneğin saldırganın silahlı, savunanın bıçaklı olması veya tam tersi durumda da savunma meşru sayılabilir; yeter ki savunanın eylemi, uğradığı saldırının ağırlığı ile makul bir dengede olsun . Yargıtay’ın bir kararında, saldırganın balta ile saldırısına karşı mağdurun tabanca ile karşılık vermesi halinde dahi “balta ile tabanca arasında oran vardır” diyerek savunmayı meşru kabul ettiğini belirtmek ilginç bir örnek olacaktır . Önemli olan, saldırının niteliğine göre savunmanın ölçüsünü aşmamasıdır.
Yukarıdaki şartlar hep birlikte gerçekleştiğinde meşru müdafaa durumu oluşur . Bu unsurlardan biri eksikse, eylem hukuken meşru savunma sayılmaz. Özellikle orantılılık ilkesine dikkat edilmelidir. Eğer savunan kişi, saldırıyı püskürtmek için gerekli olanın ötesinde, bilerek aşırı bir güç kullanırsa meşru müdafaa sınırlarını kasten aşmış sayılır. Böyle bir durumda artık fiil hukuka uygun olmaktan çıkar ve fail, meydana gelen neticeye göre cezai sorumluluk taşır.
Örneğin basit bir saldırıya karşı ölümcül silah kullanmak gibi açık bir orantısızlık halinde meşru müdafaa hükmü uygulanmaz. Ancak kanunumuz, mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş nedeniyle sınırın aşılmasını ayrı değerlendirmektedir. TCK m.27/2’ye göre, meşru savunmada sınırın bu tür bir psikolojik hassasiyetle aşılması halinde faile ceza verilmeyeceği özel olarak düzenlenmiştir . Yani kişi, uğradığı saldırının şoku ile panikleyip savunmada istemeden aşırıya kaçmışsa ceza almaktan muaf tutulabilir. Bu hüküm, özünde saldırı altındaki kişinin içinde bulunduğu ruh halini anlamaya yönelik bir istisna hükmüdür. Öte yandan, sınırın öfke veya intikam duygusuyla kasten aşılması durumunda ise artık meşru müdafaa değil, ancak haksız tahrik indirimi gündeme gelebilecektir .
Yargıtay Kararları: Emsal Davalar ve Sonuçları
Nefsi müdafaa konusunda Türk Yargıtay içtihatları, kanun hükümlerinin somut olaylarda nasıl uygulandığını gösteren önemli örnekler sunmaktadır. Genel olarak Yargıtay, meşru müdafaa şartlarının tam olarak oluştuğu durumlarda sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Hatta meşru müdafaa durumunda, mahkemenin “ceza verilmesine yer olmadığı” yerine doğrudan beraat kararı tesis etmesi gerektiği Yargıtay tarafından ifade edilmiştir (çünkü meşru müdafaa durumunda ortada suç sayılabilecek bir fiil kalmamaktadır). Aşağıda, Yargıtay’ın emsal nitelikteki bazı kararları özetlenmiştir:
- Örnek Karar 1 (Silahlı Saldırının Püskürtülmesi): Bir Yargıtay 1. Ceza Dairesi kararında, tarla anlaşmazlığı yüzünden silahlı saldırıya uğrayan sanığın karşı saldırganı vurması olayı meşru savunma kapsamında değerlendirilmiştir. Olayda maktul, silahla ateş açarak sanığı yaralamış ve tekrar ateş etmeye teşebbüs ederken sanık daha fazla zarar görmemek için maktule ateş ederek onu öldürmüştür. Yargıtay, saldırının devam ettiği ve sanığın bu saldırıyı durdurmak için orantılı güç kullandığı sonucuna vararak sanığın kasten adam öldürme suçundan beraatine karar verilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
- Örnek Karar 2 (Tehdit ve Silaha Sarılma Durumu): Bir başka emsal olayda, aralarında husumet bulunan akrabasının ölüm tehdidiyle üzerine geldiği ve kendisine silah doğrulttuğu bir durumda sanık, ani bir kararla silahını çekip saldırganı vurmuştur. Yargıtay 1. Ceza Dairesi bu olayda da gerçekleşmesi muhakkak bir haksız saldırıyı o andaki hal ve koşullara göre orantılı biçimde defetme fiilinin meşru müdafaa kapsamında olduğunu belirterek sanığın beraatine karar vermiştir . Mahkeme, sanığın tehdidin gerçekleşmesini beklemek zorunda olmadığını, saldırganın silah doğrultmasının saldırının başlamış sayılması için yeterli olduğunu vurgulamıştır.
- Örnek Karar 3 (Konut Dokunulmazlığının Korunması): Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bir kararında, evine zorla girmeye çalışan bir kişiye karşı ev sahibinin onu engellemek için güç kullanması meşru savunma olarak görülmüştür. Kararda “Konut dokunulmazlığı saldırıya uğrayanın bunu korumaya yönelik hareketleri yasal savunma sınırları içindedir” denilerek, kişinin evini korumak için yaptığı savunmanın meşru olduğu belirtilmiştir . Bu tür durumlarda da orantılılık aşılmadığı müddetçe nefsi müdafaa hükümleri uygulanacaktır.
Bu örnekler ışığında Yargıtay, saldırının varlığı ve savunmanın gerekliliği hususlarında son derece titiz bir değerlendirme yapmaktadır. Meşru müdafaa şartları somut olayda ortaya konulabilirse sanık ceza almaktan kurtulmaktadır. Nitekim Yargıtay’ın yerleşik içtihadı, “yasal savunma koşulları saptanırken sanığa kaçma mükellefiyeti yüklenemeyeceği” yönündedir . Yani kişi, saldırı altında iken kaçmak yerine direnip saldırıyı bertaraf ederse bu durum hukuk düzenince meşru görülecektir.
Öte yandan, Yargıtay kararları meşru müdafaa koşulları oluşmadığı halde şiddet kullanan kişilerin bu savunmadan yararlanamayacağını da net biçimde ortaya koymaktadır. Saldırı olmaksızın “önleyici vuruş” yapan veya tehlike geçtiği halde karşı tarafa zarar vermeye devam eden kişiler hakkında Yargıtay, meşru müdafaa hükümlerinin uygulanamayacağını ve bu fiillerin gerekirse haksız tahrik indirimi çerçevesinde değerlendirileceğini belirtmiştir . Sonuç olarak, Yargıtay içtihadı hem meşru savunma hakkının etkin kullanımını korumakta, hem de bu hakkın sınırlarının özenle çizilmesini sağlamaktadır.
Meşru Müdafaa ile Nefsi Müdafaa Arasındaki Farklar
Hukuki açıdan “meşru müdafaa” ile “nefsi müdafaa” arasında herhangi bir fark yoktur. İki kavram aynı anlama gelir; nefsi müdafaa tabiri daha çok günlük dilde kullanılırken, meşru savunma terimi yasal ve akademik metinlerde tercih edilir . “Nefsi” kelimesi Arapça kökenli olup “kişinin kendisi” anlamına gelir; dolayısıyla nefsi müdafaa, kelime anlamıyla kişinin kendini savunması demektir. Türk Ceza Kanunu ve yargı içtihatlarında ise “meşru savunma” veya “yasal savunma” tabirleri kullanılmaktadır.
Esasında her ikisi de TCK m.25’te düzenlenen aynı hukuki durumu ifade eder. Meşru müdafaa kişinin sadece kendi nefsini (canını) değil, aynı zamanda başkasını da korumasını kapsayabilir. Bu bakımdan “nefsi müdafaa” terimi halk arasında bazen sadece kişinin kendini koruması anlamında düşünülse de, hukuken üçüncü kişilerin korunmasını da içerir. Sonuç itibarıyla, mevzuatımızda ayrı bir “nefsi müdafaa” müessesesi yoktur; meşru müdafaa ile kastedilen zaten nefsi müdafaayı da içine alan meşru savunma halidir .
Bir noktaya dikkat etmek gerekir: Meşru müdafaa (yasal savunma) ile haksız tahrik kavramları da birbirine karıştırılmamalıdır. Meşru müdafaa, yukarıda anlatıldığı gibi, devam eden bir haksız saldırıya karşı zorunlu savunma durumudur ve faili tamamen cezadan kurtarır (suç oluşmaz). Haksız tahrik ise genellikle saldırı teşkil etmeyen bir haksız fiil veya ağır bir provokasyon sonucu failin öfkeye kapılarak suç işlemesi halidir; bu durumda işlenen suç tamamen ortadan kalkmaz ancak failin cezasında indirim yapılır.
Örneğin ağır hakaretlere maruz kalan birinin öfkeyle karşı tarafa zarar vermesi haksız tahrik kapsamında değerlendirilir, meşru müdafaa değil. Meşru müdafaada failin amacı saldırıyı defetmektir, oysa haksız tahrikte fail daha ziyade öfke veya kızgınlık etkisiyle hareket eder . Bu nedenle hukuki sonuçları da farklıdır: Meşru müdafaa durumunda beraat kararı verilirken, haksız tahrik uygulandığında fail suçlu bulunur ancak cezası belli bir oranda düşürülür.
Uluslararası Hukukta Nefsi Müdafaa: AİHS ve Diğer Uluslararası Normlar
Uluslararası hukuk, meşru savunma hakkını temel bir prensip olarak tanımıştır. Birçok ülkenin ceza kanununda benzer özsavunma hükümleri bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 2. maddesi (yaşam hakkı) de meşru müdafaa durumunu özel bir istisna olarak düzenler. AİHS m.2/2-a’ya göre, “bir kimseyi hukuka aykırı şiddete karşı savunmak amacıyla” gerçekleşen ve “absolut surette gerekli” (mutlaka gerekli) kuvvet kullanımının sonucu olan ölüm halleri, yaşam hakkının ihlali sayılmamaktadır.
Yani bir kişinin kendisini veya başkasını korumak için zorunlu ve ölçülü biçimde güç kullanması, uluslararası insan hakları hukuku tarafından da meşru görülmektedir. Bu ilke, sadece devlet görevlileri için değil, bireylerin özsavunma hakkı açısından da geçerli kabul edilir ().
AİHS’nin ilgili hükmü, orantısız ve gereksiz güç kullanımını ise koruma kapsamının dışında bırakır. Uluslararası normlar, orantılılık ve zorunluluk kriterlerini evrensel ölçekte vurgular. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, meşru savunmaya ilişkin bir değerlendirmede, saldırı altında rehineyi kurtarmak için saldırgana ateş açılmasını AİHS 2/2-a kapsamında meşru saymıştır; ancak aynı zamanda kullanılan gücün durumla orantılı olup olmadığı da denetlenmektedir (). Bu bakımdan, ölçülülük ilkesi uluslararası hukukta da merkezi bir yer tutar.
Her ne kadar AİHS meşru savunmayı genel olarak tanımış olsa da, öldürücü gücün kullanımı konusunda daha dar bir perspektif sunar. Özellikle yaşam hakkı söz konusu olduğunda, sadece kişiyi ölümcül bir tehlikeden korumak amacıyla öldürücü güç kullanımını meşru görme eğilimindedir. Bu nedenle, örneğin salt malvarlığına yönelik bir saldırıyı engellemek için yaşam hakkına son verilmesi (öldürücü güç kullanılması), uluslararası insan hakları standartları bakımından tartışmalı olabilir.
Doktrinde bazı yazarlar, Türk Ceza Kanunu’nun meşru müdafaayı her türlü hakka yönelik saldırı için tanımasının, AİHS m.2/2-a’ya aykırı olabileceğini ileri sürmüştür . Zira AİHS’de meşru savunma, daha çok kişinin kendini veya başkasını koruması ekseninde değerlendirilmektedir. Ancak bu eleştiriler, Türk yasa koyucusu tarafından dikkate alınmamış ve TCK m.25 geniş haliyle yasalaşmıştır ((Microsoft Word – 1 Do\347.Dr. M. Ruhan ERDEM 987-998.doc)).
Uluslararası hukukta nefsi müdafaa kavramı, sadece insan hakları belgelerinde değil, aynı zamanda uluslararası ceza hukuku ve devletler arası hukukta da farklı görünümlerle karşımıza çıkar. Örneğin, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesi devletlerin meşru savunma (kolektif nefsi müdafaa) hakkını tanır – bu, devletlerin silahlı saldırı karşısında kendilerini savunma hakkıdır ve konumuz olan bireysel özsavunmadan farklı bir bağlamdır. Bireylerin ceza hukuku bağlamındaki nefsi müdafaa hakkı ise hemen her ülkenin iç hukukunda evrensel bir ilke olarak mevcuttur.
Anglo-Amerikan hukuk sistemlerinde “self-defense” adıyla anılan bu ilke, bazı ülkelerde “kaçma yükümlülüğü” (duty to retreat) gibi farklı doktrinlerle desteklenirken, bazılarında “yerini terk etmeme doktrini” (stand your ground) şeklinde daha geniş yorumlanabilmektedir. Avrupa ülkelerinde ve kıta Avrupası hukukunda (örneğin Almanya’da Notwehr, Fransa’da légitime défense gibi) nefsi müdafaa benzer koşul ve kısıtlamalarla tanınmıştır. Özünde tüm bu sistemler, meşru savunma hakkının evrenselliğini teyit eder. Uluslararası normlar, Türkiye de dahil olmak üzere taraf devletlerin hukukunu etkileyerek, meşru müdafaa hükümlerinin uygulanmasında asgari standartlar oluşturur.
Sonuç olarak, nefsi müdafaa hakkı hem ulusal hem uluslararası düzeyde meşru bir hak olarak kabul edilmiş ve hukuki çerçevesi evrensel ilkelerle uyumlu şekilde şekillenmiştir.
Nefsi Müdafaa Durumunda Hukuki Süreç: Savunma Stratejileri, Avukat Desteği ve Mahkemeye Başvuru Süreci
Gerçek hayatta bir nefsi müdafaa durumuyla karşılaşıldığında, olay sonrası işleyecek hukuki süreç birkaç aşamada ele alınabilir. Bu süreçte, kişinin atacağı adımlar ve uygulayacağı stratejiler ileride ceza almaması için belirleyici olacaktır. Aşağıda, meşru müdafaa durumunda izlenecek süreci ana hatlarıyla açıklıyoruz:
- Olay Sonrası ve Soruşturma Aşaması: Meşru müdafaa kapsamında bir eylemde bulunduysanız (örneğin size saldıran kişiyi yaraladınız veya öldürdünüz), öncelikle derhâl yetkili makamlara haber verin. Olay yerinden kaçmamak, aksine polisi/ambulansı aramak ve durumu bildirmek önemlidir. Bu davranış, sizin de meşru zeminde kaldığınızı göstermeye yardımcı olur. Mümkünse olay yerinde delillerin korunmasını sağlayın ve varsa tanıkların bilgisini alın. İlk ifadeyi verirken, mutlaka saldırıya uğradığınızı ve can güvenliğiniz tehlikede olduğu için savunma yaptığınızı belirtin. Bu aşamada bir avukat ile iletişime geçmeniz çok kritiktir. Olay sıcaklığıyla yanlış ifade vermemek ve haklarınızı etkin kullanabilmek için bir ceza avukatının desteğini alın. Soruşturma aşamasında polis ve savcılık, olayın gerçekten meşru müdafaa kapsamında olup olmadığını araştıracaktır.
- Saldırıyı ve savunmayı ispatlayan deliller (kamera kayıtları, adli muayene raporları, balistik incelemeler vb.) toplanacaktır. Savcılık, toplanan deliller ışığında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (takipsizlik) verebileceği gibi, şartların tam olarak oluşup oluşmadığına kanaat getiremezse konuyu mahkemeye taşımak üzere iddianame de düzenleyebilir. Özellikle ölümle sonuçlanan vakalarda, genellikle dava açılarak durumun mahkemece değerlendirilmesi yoluna gidilmektedir. Soruşturma sürecinde tutuklama gibi koruma tedbirleri gündeme gelebilir; ancak eğer güçlü bir meşru müdafaa durumu söz konusuysa, avukatınız delillere dayanarak tutuklanmamanız veya adli kontrol gibi daha hafif tedbirlerin uygulanması yönünde mahkemeye başvurabilir.
- Bu aşamada soğukkanlı olmak, yetkililerle işbirliği yapmak fakat haklarınızı da bilinçli şekilde kullanmak gerekir. Unutmayın ki, meşru müdafaa bir cezasızlık sebebi olsa da bunun sizin durumunuzda geçerli olduğunu ortaya koymak için etkin bir iletişim ve sağlam delil şarttır.
- Dava (Kovuşturma) Aşaması ve Savunma Stratejisi: Savcılık iddianame düzenleyip konuyu mahkemeye taşıdığında, artık kovuşturma aşamasına geçilir. Bu aşamada sanık sıfatıyla yargılanırsınız, ancak iddianamede de muhtemelen meşru müdafaa iddianız ve olaya ilişkin savlar yer alacaktır. Mahkeme sürecinde en büyük güvenceniz, olguların doğru sunulması ve hukuki dayanakların iyi ifade edilmesidir. Bu nedenle, deneyimli bir ceza avukatının desteği hayati önem taşır. Meşru savunma durumlarında ince bir değerlendirme yapıldığı için hukuki yardım almak çok mühimdir . Avukatınız, olayın meşru müdafaa kapsamında olduğunu göstermek için bir savunma stratejisi belirleyecektir. Bu stratejide tipik olarak şu adımlar bulunur: öncelikle saldırının nasıl ve ne şekilde gerçekleştiği ayrıntılı biçimde ortaya konur (saldırının haksız ve halen devam eden bir saldırı olduğu vurgulanır).
- Ardından, sizin bu saldırıyı önlemek için ne yaptığınız, hangi araçları kullandığınız ve neden bu savunmanın zorunlu ve orantılı olduğu açıklanır. Olay yeri inceleme raporları, adli tıp raporları, tanık ifadeleri gibi deliller savunmanızı destekleyecek şekilde sunulur. Örneğin saldırganın taşıdığı silah veya alet, sizin vücudunuzdaki darp yaraları, olayın meydana geldiği mekan ve zaman gibi unsurlar savunmanızın inandırıcılığını güçlendirecektir.
- Savunmada altını çizeceğiniz noktalar, yukarıda sayılan meşru müdafaa unsurlarıyla paralel olmalıdır: ortada haksız bir saldırı olduğunu, başka çareniz kalmadığını, fiilinizin yalnızca saldırıyı bertaraf etmeye yönelik olduğunu ve aşırıya kaçmadığını mahkemeye anlatmalısınız. Avukatınız, emsal Yargıtay kararlarını da sunarak benzer durumlarda sanıkların beraat ettiğini ortaya koyabilir. Özellikle Yargıtay’ın “sanığa kaçma mükellefiyeti yüklenemeyeceği” yönündeki ilke kararları, savunmanızı destekleyen hukuki argümanlar olacaktır. Mahkeme, tüm delilleri ve savunmaları değerlendirdikten sonra meşru müdafaa şartlarının oluştuğu kanısına varırsa beraat kararı verecektir.
- Bu durumda tamamen aklanırsınız ve fiiliniz suç sayılmaz (hâkim kararında genellikle TCK 25’e atıf yaparak hukuka uygunluk nedeni nedeniyle suç oluşmadığı belirtilir). Eğer mahkeme meşru müdafaanın bazı şartlarının eksik olduğunu düşünürse, fiilinize uygun farklı bir hukuki değerlendirme yapabilir: Örneğin savunmada sınırın aşıldığı kanısına varırsa TCK 27’yi veya haksız tahrik hükümlerini uygulayabilir. Bu durumda cezada indirim ya da cezasızlık yoluna gidilebilir (sınırın korku ile aşılması hali tespit edilirse ceza vermeme, sınır kasten aşılmışsa haksız tahrik indirimi gibi). En olumsuz senaryo, mahkemenin eyleminizi tamamen normal bir suç olarak değerlendirip meşru müdafaa olmadığına hükmetmesidir ki, bu durumda ceza alabilirsiniz.
- Ancak bu kararlara karşı istinaf ve temyiz kanun yolları açıktır. Yargıtay, dosyayı inceleyerek meşru müdafaa hususunda bir hata yapılıp yapılmadığını denetleyecektir. Eğer yerel mahkemenin yanıldığı düşünülürse, Yargıtay kararı bozarak lehinize sonuçlanmasını sağlayabilir (örneğin Yargıtay, sıkça yerel mahkemece meşru müdafaa kabul edilmesi gereken durumlarda mahkûmiyet kararı verildiğinde bu kararı bozmuştur). Özetle, dava sürecinde etkin bir savunma ile meşru müdafaa hakkınızı ortaya koymanız ve hukuki argümanlarla desteklemeniz gerekecektir.
Savunma sırasında dikkat edilmesi gerekenler: Duruşmalarda tutarlı ve sakin bir ifade vermeye özen gösterin. Mahkeme karşısında duygusal tepkiler yerine, yaşadıklarınızı mümkün olduğunca somut ve mantıklı bir şekilde anlatın. “Bana saldırdı, ben de korktum kendimi korudum” gibi basit ama samimi açıklamalar, karmaşık ve çelişkili ifadelerden daha etkilidir. Eğer varsa, saldırganın daha önceki tehditleri, sabıka durumu gibi konuları da gündeme getirin (saldırının haksızlığını ve ciddiyetini pekiştirmek için).
Avukatınızın talimatlarına uyun ve onun söz kesmelerine veya itirazlarına fırsat verin – bu sizin lehinizedir. Unutmayın, meşru müdafaa hakkı hukuken size tanınmış güçlü bir haktır; doğru kullanıldığında, adalet sistemi sizi cezalandırmayacaktır.

Nefsi Müdafaa Nedir Meşru Savunma ve Yasal Çerçevesi
Sıkça Sorulan Sorular (SSS) – Nefsi Müdafaa Hakkı
Nefsi müdafaa ne demektir?
Nefsi müdafaa (meşru müdafaa), kişinin kendisine veya bir başkasına yönelmiş haksız bir saldırıyı durdurmak veya etkisiz hale getirmek amacıyla, içinde bulunulan durumun gerektirdiği ölçüde ve orantılı bir fiille kendini savunmasıdır . Başka bir deyişle, yasal savunma hakkının fiili kullanımıdır. Örneğin sokakta aniden size bıçakla saldıran birine karşı kendinizi korumak için onu etkisiz hale getirmek nefsi müdafaa kapsamındadır.
Meşru müdafaa halinde (nefsi müdafaa durumunda) cezai sorumluluk olur mu? Yani böyle bir durumda ceza alır mıyım?
Meşru müdafaa şartlarına uygun hareket eden kişi, kanunen ceza almaz . TCK 25/1 gereği, işlenen fiil her ne kadar kanunda suç olarak tanımlanmış olsa bile, meşru savunma zorunluluğu ile yapıldığında hukuka aykırılık ortadan kalkar. Dolayısıyla bu durumda aslolan cezasızlıktır. Örneğin biri sizi öldürmeye teşebbüs ettiğinde, siz de canınızı korumak için saldırganı öldürürseniz, normalde “kasten adam öldürme” suçu oluşsa da meşru müdafaa nedeniyle ceza almazsınız .
Ancak burada önemli olan, gerçekten meşru müdafaa şartlarının oluşup oluşmadığının adli mercilerce kabul edilmesidir. Eğer mahkeme yaptığınız eylemin meşru savunma kapsamında olmadığına karar verirse ceza sorumluluğu doğabilir. Bu nedenle meşru müdafaa iddianızın koşulları taşıdığından emin olmalısınız.
Nefsi müdafaa sayılması hangi şartlara bağlıdır?
Bir fiilin meşru müdafaa (nefsi müdafaa) sayılabilmesi için bazı koşulların bir arada bulunması gerekir . Kısaca: (1) Haksız bir saldırı olmalıdır (somut ve mevcut bir saldırı tehlikesi), (2) Bu saldırıya karşı yapılan eylem sadece saldırıyı önlemeye yönelik olmalıdır, (3) Savunma eylemi gerekli olmalıdır (başka çıkış yolu olmamalı) ve (4) kullanılan güç ve yöntem saldırıyla orantılı olmalıdır . Bu şartlar detaylarıyla yukarıda “Nefsi Müdafaa Unsurları” bölümünde açıklanmıştır. Eğer bu dört temel şart sağlanırsa fiiliniz meşru savunma kapsamında değerlendirilir.
Saldırıdan kaçma imkânım varken yine de nefsi müdafaa uygulayabilir miyim?
Evet, Türk hukukunda saldırıya uğrayan kişiye kaçma mecburiyeti yüklenmemiştir . Yani eğer biri size saldırıyorsa, sırf kaçabileceğiniz için kendinizi savunmaktan vazgeçmek zorunda değilsiniz. Meşru müdafaa hakkınızı kullanabilirsiniz. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre “hiçbir zaman ve hiçbir halde sanığa kaçma mükellefiyeti yüklenemez” . Örneğin gecenin bir vakti sokakta size bıçakla saldıran biri karşısında arkanızı dönüp kaçmak yerine, uygun bir şekilde karşılık verip saldırıyı durdurmanız meşru müdafaa kapsamında kabul edilir. Elbette burada da savunmanın sınırını aşmamak, saldırıyı defedecek kadarıyla yetinmek önemlidir.
Meşru müdafaa hakkımı kullanırken sınırı aşarsam ne olur?
Meşru müdafaa hakkının sınırı, saldırıyı etkisiz kılmak için gereken ölçüdür. Eğer kişi savunma yaparken bu ölçüyü kasten aşıp saldırıyı defetmek için gerekenden fazla ve aşırı bir güç kullanırsa, artık eylem meşru müdafaa sayılmayacak ve kişi aştığı sınır oranında cezai sorumluluk taşıyacaktır . Örneğin basit bir yumruklu saldırıya karşı saldırganı ölümcül şekilde bıçaklamak, savunmada sınırın kasten aşılması olarak değerlendirilebilir ve fail bu fiilinden ötürü tam ceza alır .
Ancak sınırın aşılması hata, korku, panik veya heyecan nedeniyle olmuşsa durum biraz farklıdır. TCK 27/2’ye göre, maruz kaldığı saldırının etkisiyle heyecan, korku veya telaşa kapılarak sınırı aşan kişiye ceza verilmeyebilir. Bu, özellikle savunma sırasında istemeden oluşan aşırılıklar içindir. Ayrıca sınırın hata ile aşılması (örneğin saldırı düzeyini yanlış değerlendirme) halinde de eğer bu hata kaçınılabilen bir durum değilse, failin kastı olmadığı için tam ceza verilmez . Özetle: Kasten sınırı aşarsanız işlediğiniz fiilden sorumlu olursunuz; fakat istemeden veya mazur görülebilecek bir heyecanla aştıysanız hukuk bunu belirli ölçüde hoşgörebilir.
Kişinin malını korumak için kuvvet kullanması meşru müdafaa kapsamında mıdır?
Evet, malvarlığına yönelik saldırılara karşı da meşru müdafaa hakkı kullanılabilir. TCK m.25, korunacak haklar konusunda bir ayrım yapmadığı için kişinin malına (örneğin evine, arabasına, eşyasına) yönelik haksız saldırılar da nefsi müdafaa kapsamına girebilir. Ancak burada çok önemli bir kriter, orantılılık ilkesidir . Malınızı korumak isterken kullanacağınız güç, saldırının niteliğiyle ölçülü olmalıdır. Örneğin bahçenize girip hırsızlık yapan birini, kaçma imkânı varken öldürücü şekilde vurmanız orantılı kabul edilmeyebilir.
Böyle bir durumda yapılması gereken, saldırganı etkisiz hale getirip hemen kolluk kuvvetlerine haber vermektir . Yani malınızı korurken dahi amaç saldırgana zarar vermek değil, saldırıyı durdurmak olmalıdır. Örneğin evine giren hırsızı yakalayıp bağlayan biri, polisi çağırdığında meşru müdafaa hakkını uygun kullanmıştır. Fakat hırsız etkisiz hale geldiği halde darp etmeye devam etmek gibi aşırılıklar meşru müdafaa sınırını aşan fiillere girer. Kısacası, mülkünüzü korumak için makul güç kullanmak meşrudur; yeter ki durumun gerektirdiği kadar güç kullanılsın ve güvenlik güçlerine haber verilsin.
Saldırı şartları oluşmadığı halde ‘kendimi savundum’ dersem ne olur?
Eğer ortada aslında bir saldırı yokken veya meşru müdafaa koşulları oluşmadığı halde birine zarar verir ve bunu yanlış bir şekilde nefsi müdafaa zannederseniz, hukuk bundan sizi sorumlu tutar. Meşru müdafaa şartlarının oluşmadığını bilerek hareket ettiyseniz yaptığınız fiil normal bir suç gibi değerlendirilir ve tam ceza alırsınız . Örneğin sadece sözlü tartışmada karşınızdakine fiziki saldırıda bulunup, sonra da “bana saldıracağını sandım” diyerek kendinizi savunmaya çalışmanız kabul görmez, kasten yaralama suçundan ceza alırsınız.
Eğer saldırı şartlarının oluşmadığını bilemeyecek bir durumdaysanız ve hatayla kendinizi savunduğunuzu sanarak hareket etmişseniz, bu durumda meydana gelen sonuca göre taksirli (dikkatsiz) davranış hükümleri uygulanabilir . Örneğin karanlıkta elindeki cismi silah zannedip birine zarar verdiyseniz ve aslında silah yoksa, öldürme kastınız olmasa da taksirle öldürmeden sorumlu olabilirsiniz. Özetle, meşru müdafaa zannettiğiniz durum hukuken geçerli değilse, fiiliniz normal hukuka aykırı bir eylem sayılır ve yasada öngörülen cezai sonuçlarla karşılaşırsınız. Bu nedenle, kendinizi savunmadan önce durumun gerçekten bir saldırı içerip içermediğini iyi değerlendirmeniz gerekir.
Meşru müdafaa ile haksız tahrik arasındaki fark nedir?
Meşru müdafaa ve haksız tahrik, ceza hukukunda farklı kavramlardır ve karıştırılmamalıdır. Meşru müdafaa, yukarıda detaylı açıklandığı üzere, devam eden bir haksız saldırıya karşı zorunlu savunma halidir; hukuka uygunluk nedeni olduğu için suçu tamamen ortadan kaldırır ve fail ceza almaz. Haksız tahrik ise bir kimsenin haksız bir fiil nedeniyle öfkeye veya şiddetli elemlere kapılarak suç işlemesi durumudur; bu bir hukuka uygunluk nedeni değil, cezada indirim sağlayan bir şahsi hâldir.
Örneğin ağır küfür ve hakaretlere maruz kalan birinin sinirlenip karşı tarafa fiziki zarar vermesi haksız tahrik kapsamında değerlendirilir. Bu durumda kişi ceza almaktan tamamen kurtulmaz, fakat yaptığı eylem bir nebze mazur görüldüğünden cezasında kanunen belli bir indirim yapılır.
Meşru müdafaa ise mazur görmeden öte, fiili baştan haklı sayar. Temel fark, meşru müdafaada fail savunma amacıyla hareket ederken haksız tahrikte daha çok öfke ve intikam duygusuyla hareket eder . Ayrıca meşru savunma hemen o anda gerçekleşen bir saldırıya karşı yapılırken, haksız tahrikte saldırı şartı yoktur; tahrik eden fiil saldırı boyutunda olmayabilir (küfür gibi). Sonuç olarak, meşru müdafaa uygulanan bir olayda fail beraat ederken, haksız tahrik uygulanan bir olayda fail suçlu bulunur ancak cezasında indirim alır.
Bu iki kavram yargılamada çok farklı sonuçlar doğurduğundan, savunma yapılırken doğru kavramın ileri sürülmesi önemlidir. Eğer gerçekten meşru müdafaa durumu yoksa, sırf cezada indirim sağlamak için haksız tahrik hükümlerine başvurulması gerekebilir; bunun takdiri de mahkemeye aittir.